Haber

Medyada üçlü plan: Düşmanlık, tehdit ve mazeret

Türkiye, 6 Şubat’ın ilk saatlerinden bu yana yaşadığı korkunç yıkımın içinde… Yaralılar ve mahsur kalanlar enkazda kurtarılmak için son bir umut bekliyor. Enkazdan çıkıp bir şekilde hayatını kurtaran insanlar en temel ihtiyaçlara bile ulaşamıyor. Üç gündür ülkenin geniş bir coğrafyasından yardım çığlıkları yükseliyor.

Dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde, bu yıkım seviyesi, eylem halindeki yöneticiler için bir sınavdır. Harika ve kalıcı sonuçlar verir. Türkiye’de böyle oldu, oluyor. Ülkedeki kentlerin sekizde birinde yıkıma neden olan depremin ardından, devletin imkanlarını elinde tutan ve yöneten siyasi iktidarın neler yaptığı ya da yapmadığı doğal olarak gündeme geliyor ve sorgulanıyor.

İlk günden itibaren yaşanan aksaklıklar, bölgede yaşanan ‘terk edilmişlik’ duygusu ve tüm bunlara yönelik haklı itirazlar, iktidarın bu halde olmasının sebepleridir. test etmeden geçemeyeceğini gösterir. Ancak 20 yıllık iktidar pratiği, bu tür kriz anlarında sorumluluk almaktan her zaman uzak olmuştur. Soma ve Amasra’daki madenci katliamlarındaki kusurlar, demiryolu ve otoyollardaki büyük ‘kazalar’, orman yangınları, sel ve diğer deprem felaketlerinde sorumluluk üstlenilmedi, herşey iyiydi Yaşanan yıkımın, sorumlulukları gizleyerek halı altına süpürülemeyecek kadar büyük olduğu ortaya çıktı. Bu durumda ‘her şey yolunda’ propagandası tek başına işe yaramaz ve başka yollar aranır. Bu diğer yolların ne olduğu her zaman olduğu gibi iktidara yakın medya kuruluşlarından takip edilebilir.

İktidar medyası ilk günü adeta felçli geçirdi, tıpkı iktidar medyasının söz sahibi olması gibi. Pazartesi sabahı meydana gelen depremle ilgili ilk bilgi 7 Şubat Salı günü gazetelerde yer aldı. Bu gazetelerin haberlerinde ve köşe yazılarında ne diyeceğini bilememe hali karışıyor. düşmanlık çarpıyordu. Bu yıkım karşısında Türkiye’nin ‘tek yürek’ olduğu vurgusuna sığındılar. Bazı köşe yazarları ( Yeni Şafak ‘deki Ali Saydam gibi onlar da koltuklarından “99 depreminde yardım ekipleri hasarlı binalara gidemedi ama bu sefer olmadı” diye yazdılar. Bazı ( Sabah Kriz yönetimini eleştirenler (Türkiye’den Hilal Kaplan gibi) için “akbaba”, “hasta” gibi hakaretlere yöneldiler. Ya bölgede olup bitenlerden haberleri yoktu ya da -daha kötüsü- resmi bildikleri halde yeni bir arbede peşindeydiler…

Bu ‘hayır’ yolunda depremzedelere dağıtılan mikrofonları geri çektiler ve sadece az sayıda organize kurtarma faaliyetine yönelerek, onların dertlerini tamamen es geçerek ve işler yolunda gidiyormuş gibi davranarak arkalarına döndüler.

Birinci gün geç ortaya çıkan ikinci yol ise ilaçtır. tehditkar oldu. Bağlantı Başkanlığı, deprem bölgesinde iletişim kaynaklı birçok sorun yaşanırken ‘dezenformasyon’ adı altında bazı mesaj ve yorumların dosyalanması için başvuru hazırladığını duyurdu. Erdoğan ikinci gün yaptığı konuşmada “savcılar çalışıyor” dedi. Kimi zaman bireysel kimi zaman da genel tavırları hedef alan bu kampanyaya hemen hemen tüm gazete ve TV kanalları da katıldı.

Yine de ‘takviye’ye ihtiyaç vardı. Çünkü ne düşmanlık ne de gözdağı sahadaki gerçeği ‘açıklamaya’ yetmez. Böylece üçüncü bir yol açıldı: Afedersiniz! 6 Şubat’taki sarsıntıların tarihi bir felaket olduğunu, neredeyse dünyanın gördüğü en yıkıcı sarsıntı olduğunu söylemeye başladılar. “Yüzyılın felaketi” olarak etiketlediler ve çeşitli ‘uzmanlara’ bu beyin sarsıntısının nasıl olduğunu sordular. dayanılmaz sonuçlarDoğum yapmak için terazide olduğunu söylediler.

Salı günü köşe yazarları, “Allah’a şükür 99’daki gibi değildi, AFAD her yere ulaştı” diye yazdı. Yeni Şafak Örneğin gazete bugün (Çarşamba) birinci sayfasında “Yollar ilk gün geçmedi” haberini verdi. Diyorlardı: “İki depremde 10 şehre giden yollar hasar gördü ve yoğun kar yağışı nedeniyle ilk gün yardımlar aksadı. Ankara’dan yola çıktıktan sadece 20 saat sonra Adana Pozantı’ya ulaşabildik…”

Türkiye Gazete, “Dünya böylesini görmedi” manşetiyle yayınlandı. Adı farklı medyada farklı yazılan bir Japon profesörün Maraş depremini “dünyanın en büyüğü” olarak nitelendirdiğini iddia ediyorlardı.

Sabah Gazete, depremin dünya medyasını “dehşete düşürdüğünü” ve “yüzyılın en büyük depremi” olduğunu iç sayfalarında manşetlere taşıdı. “En kötü senaryo gerçekleşti” başlıklı başka bir sayfa. yabancı uzmanlar onun görüşlerine. Hilal Kaplan da “Anadolu taşındı” başlıklı yazısı ile bu yolu pekiştirdi…

Deprem sonrası yayınlanan iki günlük gazetelere ve üç günlük internet performansına baktığımızda medyanın bu üçlü plana tutunmaya çalıştığı görülüyor: düşmanlık, tehdit ve mazeret… Öyle mi? mezar resmini açıklamaya yeter mi? Sanırım bu soruyu cevaplamaya bile gerek yok…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu